Kendimi rüzgara karşı kanat çırparken buluyordum.
Seçim yapmak gerekirse devam mı etmeliydim, yoksa kaybetmenin dayanılmaz hafifliğine mi kapılacaktım?
İşte o anda, içime umutsuzluk tohumu düşüyordu.
Korkmuştum.
Ama beni asıl tedirgin eden, bu tohumun ilerde filizlenip fidan olmasıydı.
İşte o zaman ne yapacağımı bilemezdim ama, şimdilik bir tehlike gözükmüyordu.
Düşündüm de; grupça v şeklinde dizilip uçarsak enerjimizi tasarruflu kullanıp durmadan daha uzun mesafeye uçabilirdik.
Ama ben yalnızdım o an, tek kişilik bir v dizilimi de mümkün değildi sanırım…
Nasıl başarabilirdim ki öyleyse?
İçimde garip bir ürperti hissettim.
Bunu söylemekle ben, sanırım içimdeki o umutsuzluk tohumuna ilk suyunu veriyordum.
Tohumu içime ben düşürmüştüm, şimdi de onu büyütüyordum.
Daha fazla beslememeliydim tohumu, yoksa kendi ellerimle sonumu hazırlayacaktım.
Rüzgâra karşıydım ya da değil, artık ne olursa olsun uçmalıydım.
Kanat çırpıyordum.
Altımda uzanan masmavi okyanus güzelliğinin seyrine dalmıştım.
Rüzgâr, okyanusu rahatsız etmek istercesine esiyordu, ama o, sanki umursamıyormuş gibi uslu duruyordu.
Okyanusu izlerken, arada bir balinaların, yunusların nefes almak için yüzeye çıktıklarını görüyordum.
Bana göz kırpmadan da geri dalmıyorlardı derinliklere...
Bazen de kötü kalpli köpekbalıklarının av peşinde olduklarını görüyordum.
Yadırgamıyordum onları, çünkü doğanın kanunuydu bu ya da tanrının, kimisi av iken, kimisi avcı olurdu.
Düşünüyordum da; seçim hakkı verilmemişti bizlere, yazılan yazgıyı yaşamak zorunda olanlardık biz sadece.
Belki de dünya bir beden hapishanesiydi, beden de bir ruh, bilemiyorduk ki.
Hepsini öğrenmek için ölümü mü beklemeliydik?
Hangi amaçla yaşadığımızı hangimiz biliyordu ki?
Tanrıya kulluk için miydi?
Tanrı neden kendisine kulluk edecek birilerine ihtiyaç duysun ki de yaratma zahmetine katlansın?
Güzelliği seyrederken kuş beynimce felsefe yapıyordum.
O anda yanımdan bana çok benzeyen bir martı geçtiğini fark ettim.
Hemen solumda ise bir martı benimle aynı hizada kanat çırpıyordu.
İnanamadım.
Ona bakarken, kendisini değil, yerine bir yansıma görüyordum.
Bir insanın, bir arabayla okula gittiğini görüyordum.
İyi de nasıl yani? Neden ki ve kimdi ki bu?
Bir martı da sağımdan geçiyordu şimdi…
Onun yansımasında ise gene aynı kişinin, çevresine toplanmış insanlara karşı birkaç arkadaşıyla beraber bir şeyler çaldıklarını, birlikte gülüşüp eğlendiklerini izliyordum.
Diğerinde, işe gidip geldiğini, evinden dönünce de çocuklarıyla ve eşiyle vakit geçirip mutlu olmasını izliyordum.
Ancak, bu martı daha hızlıydı nedense, belki daha ileri bir zamanın yansıması olduğundandır diye düşünüyordum.
Şok içinde kanat çırpmaya ve etrafımdaki martıları, daha doğrusu yansımaların hepsini izlemeye devam ediyordum.
Hangisine baksam, her seferinde aynı kişinin yansımalarını görüyordum.
Belki de tüm bu martılar, ya da yansımalar sadece onun hayalleriydi ya da dilekleriydi, belki de gerçekten yaşadıklarıydı.
O an için bilemiyordum.
Ama hayır, yaşanmış olamazlardı…
Bunu düşünürken bir tanesinin yansımasında, onun uçaktan paraşütsüz atlamasını izliyordum.
Dilekleri de olamazdı tüm bunlar…
Şimdilik tek ihtimal, bu gördüklerimin onun hayalleri olmasıydı.
Artık büyük bir merakla, yansımaları izlemeye çalışıyordum.
Bir tanesinde saçı sakalı dağıtmış, dünyayı geziyordu yanındaki birkaç arkadaşıyla.
Bir diğerinde birkaç kişiyi tokatlıyordu sırayla, onlarda karşılık vermiyorlardı, ne de olsa onun hayaliydi.
Bir diğerinde, kalkanını ve kılıcını kuşanmış, gelen düşmanı ortadan ikiye ayırıyordu.
Bir tanesinde komünist, sınıf ayrımının olmadığı bir ülkede yaşıyordu.
Bir tanesinde, gönüllü olarak huzur evlerine gidiyor, yaşlılara yardım ediyordu.
Bir tanesinde patronuna okkalı bir şamar çekiyordu…
Bir tanesinde…
O anda onu fark ettim.
Bir tanesi, nedense tüm kuvvetiyle kanat çırpmasına rağmen okyanusa doğru alçalıyordu…
Ona yaklaşmak için kanatlarımı daha hızlı çırpmaya başladım.
Yaklaştıkça, onu daha net görebiliyordum.
Suya düşmemek için çırpındıkça daha da çırpınıyordu.
Ancak oldukça güçsüzdü, eninde sonunda okyanusa düşecek, belki soğuktan ölecek, belki de hırçın köpekbalıklarına yem olacaktı.
Gittikçe daha da yaklaşıyordum.
Artık yansımayı izliyordum ama bir terslik vardı sanki…
Bir kıza sarılmıştı, mutluydu ancak, görüntü gitgide yok olmaya ve kararmaya başlıyordu hafifçe.
Şok içinde olanları anlamaya çalışıyordum.
Bu hayali uzaklara taşıyacak martı, denizin yüzeyine yaklaştıkça görüntü git gide daha da kararıyordu.
Bir an umutsuzluğa kapıldım tekrardan.
Tohum, yine benimle sulanıyordu ve içimde artık kanayan bir yara olmaya başlıyordu böylece.
İçim acıyordu, umutsuzluğa da kapılmamam gerekiyordu ama elimde değildi…
Martı, kanat çırptıkça görüntü canlanıyor, ancak her defasında martı biraz daha yüzeye yaklaşıyordu.
Görüntüyü bir kez net görmüştüm, o, bir kıza sarılmıştı, birlikte mutlu bir şekilde manzarayı seyrediyorlardı.
Ancak artık o görüntünün yerine zifiri karanlıktan başka bir şey kalmamıştı.
Martının denize düşmesine saniyeler vardı, ve bense sadece izliyordum.
Ve martı, karanlık yansımasıyla birlikte denizle buluşuyordu.
Bir kez daha umuttan eser yoktu bende.
Üzülüyordum ve tekrar karamsarlığın, bedenimi sarmalamasına izin veriyordum...
İçimdeki o umutsuzluk fidanı, böylece büyüyor ve kalbime saplanıyordu.
Artık, çırpınmamın bir anlamı yoktu belki de, nasıl olsa ölecektim.
Artık son saniyelerimi yaşıyordum…
Okyanusa doğru alçalmaya başladım.
Okyanus, rüzgârın da durmasıyla çarşaf gibi dümdüzdü, ayna gibi yansıtıyordu gökyüzünde olanları.
Bir an gözüm okyanus yüzeyindeki görüntüme takıldı.
Kendimi görmüyor, yerine yansımamı görüyordum.
Daha önceden kendi yansımamı izlemeyi düşünememiştim.
Acaba ben neydim, onun neyiydim?
Ancak, o martı gibi benimde görüntüm siyahın tonlarından farksızdı.
Ne olursa olsun, yansımamı görecektim.
Her kanat çırpışımla, fidan kalbime bir bıçak gibi saplanıp çıkıyordu…
Ancak söz vermiştim bir kere kendime, ne olursa olsun, yansımamı görecektim.
İçim kanıyor, ancak yine de kanat çırpıyordum yükseklere doğru.
Artık yansımamı görebiliyordum.
İnanamadım…
Kendimin, o gördüğüm insanın yaşama sevincine dair hayali olduğumu anlıyordum.
Artık kanat çırpmıyordum.
Sadece düşünüyordum.
Onun yaşama sevinciydim ama o hayali taşıyan martıya üzüldüğüm için ben de ölüyordum.
Ağlıyordum…
Bir daha vermemek üzere belki de, son nefesimi alıyordum…