27 Ekim 2010 Çarşamba

Küçüklüğümden izler taşıyorum yanımda…

Küçükken bir amaç uğruna birikim yapmak her zaman ısıtırdı içimi, sevinçle dolardım böyle anlarımda. Birikim yapamazdım aslında, küçük bakkalın yolunu bizim evde benden daha iyi bilen yoktu çünkü. Bir Biskrem’in değerini gerçekten sezdiğim ve onu yerken saygı gösterdiğim, çayıma banmaktan çekindiğim, çayın içine düştüğünde onun için üzüldüğüm, aslında yemeye kıyamadığım anları hiçbir şeyde bulamıyorum şimdilerde. Köşebaşı çekirdek sohbetlerini, tasoda ve bilyede abimin ustalığına nazaran benim sergilediğim çıraklık nedeniyle “ütüldüğüm” zamanları, akşamları mahalleler arası oynanan “Hos” oyununu, apartmanın hemen yan tarafında uzanan bahçesinde yapılan Hıdrellez şenliklerini, yazın bizi birinci kattan ıslatan teyzeyi ve o zamanlar çocukça bir sevgi beslediğim Bilge ablayı ve daha nicesini unutabileceğimi sanmıyorum.

5849_164553848344_630158344_3510188_549354_n

Dişimin düştüğünü gören annem, “onu yastığının altına koy ve bir dilek tut, belki gerçek olur” dediğinde bir çocuk olarak ne dileyeceğimi tahmin edersiniz. Çok geçmeden ilk bilgisayarımızı aldığımızda, sanıyorum dördüncü sınıfa gidiyordum, o vakitten beri kendimi bildim bileli net göremem dünyayı. Ondan sonraki hafta sonları sabahları güneşle birlikte uyanır, koşturarak çişimi yapar, annemin fırında yaptığı kara pastadan birkaç dilim alır ve kendimi Fifa 98’in jenerik müziğine bırakırdım. O günden sonra “A, S, D, W” tuşlarını ustalıkla kullanır olmuştum. Çok geçmeden öğrendiğim, internete bağlanmak için modemin çıkardığı sesleri ise özlüyorum ve unutabileceğimi sanmıyorum.

Babamın Suzuki bir motoru vardı ve sesi sokağın başından kulağımıza çalınırdı, anlardık ki çoktan vazgeçmek zorunda kaldığı ve o çok sevdiği boğazdan tuttuğu balıkları eve taze taze getiriyordu. Belki de bu annemin motor sesini algıladığı biçimdi, “yağı koy unu hazırla...” bizim ise testlerin cevaplarını arkadan geçirme saatimizin geldiğinin işaretiydi, “dur bakayım, ce de be a”...

Doğrusunu isterseniz, zamanla değişen şeyleri mumla arar olsam da, az ama değişmeyen benden parçaların benimle kalmasına seviniyorum. Birikimlerimi artık ulaşması güç hayallerimle yapmam çocukluğumdan bugünüme aktardığım bir özellikti; “uzaktaki hayallerimin” kendi üzerine hayaller katarak büyümesi belki de bu yüzdendi. Demek istediğim, çoğu zaman “Anı Yaşa” felsefesiyle yaşamayı kendime öğütlesem de, ne zaman içine düştüğüm “konum x zaman” değişkeninden zevk almasam gelecekte yaşamaya başlıyorum hemen. Yaşamdan zevk almak derken kastettiklerimi “dıp dıs”, “kakara kikiri” kategorisine endekslemek çok yanlış bir tutum olur. Benim eğlendiğimi, mutlu olduğumu hissettiğim tek zaman dilimi, kendime birşeyler kattığım zamanlarda su yüzüne çıkıyor.

Kendiliğinden çığ gibi büyüttüğüm hayallerimin ilk basamağında, başladığım işi, yüksek lisansı bitirmek var. İki senemi, koskoca iki senemi  boşa harcadığımı hissedebiliyorum. Daha doğrusu, bir meslek edinmem gerektiğini bilmesem bırakıp da gideceğim, sonrası için ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim dahi olmasa da, şu anlık. Kendimi kütüphanelerle bir bütün hissedip saat ve mekân kavramını yitireceğim günlerin geleceğini biliyorum. Kısaca hayatın tadının kursağımda kalmayacağı, sokakta yaşayan herhangi bir kimsesizin koluna girip evime getirerek onu doyurup mutlu olacağım(ız) günlerin gelmesi çok uzak değil. Yine de nefsinde kötü duygular barındırdığının farkında olan bir insan olarak arınmaya ihtiyacım var ve bunun pahası, bilgeliklerini kitaplarda okuduğumuz Doğu kültürüne ait insanlarla tanışmak için uzun seyahatlere çıkmak da olsa, bunu da bir gün deneyeceğimi umuyorum.

Ancak şundan eminim ki; annemin, kendimizi mahalle abilerine kanıtlamak için mahallemaçlarında gözümüze budaktan esirgemediğimiz ve dikenlerin arasına daldığımız sırada evin penceresinden “Haydi yemeğeee, Ereeen Emreeee” diye seslenişi ve beni sabahları küçük bir buseyle uyandırdıktan sonra yarım göz halimle hazırlayıp okula götürüşleriyle, babamın bizim Çanakkale’deki bir dershane sınavında dereceye girmemizden ötürü ısmarladığı ve o günden beri asla unutamadığım, hatırladığımda gözlerimden yaşlar getiren, hayatımda yediğim en lezzetli dürümün ve, aynı gün aldığı seksen gram sütlü baton çikolatanın tadını, gideceğim her yere ve farkına varacağım her seneye, benimle birlikte götüreceğimi biliyorum.

12 Ekim 2010 Salı

aylık vurması olağan “eğlenme hakkı” sendromu

Tutarsız ancak sorgulayıcı, mantıksız ama adil olmaya çalışan, fakat yolun sonunda bunu bile beceremeyecek bir ruh haline büründüm ve bunun acısını klavyemle birlikte sizler çekeceksiniz. Tüm okuyacaklarınız iç çekişmelerimden, çırpınışlarımdan ve hayallerimden ibaret olacak, vazgeçme hakkınızı derhal kullanın!

Her ay belirli aralıklarla beni vuran düşünce silsilesi şununla fitil alıyor; eğlenmeye hakkımız olduğunu kim söyledi bizlere? Başka insanların sözümona kapılarını günün her saatinde bir hatırlatma memurunun “eğlenceye hakkınız olduğunu gösteren kartınız yok, şimdi kenara çekilin!” diyerek çalması canımı zaten sıkarken, bizim yaptıklarımız fazla ağırlık yapıyor terazinin diğer tarafına…

Klişeden de öte oldu belki de ama; insanlar eşit doğmuyor ve kimisi günün her saatini yarını nasıl çıkartacağından endişelenerek geçiriyor. Onu bulsa da; yarın, “ertesi günü düşünme seansları”na girmeyi bekleyecek işi bitince. Yiyecek birşeyler bulmak için benim gibilerin savurup çöpe atacağı artıkları bekleyecek biri, diğeri ertesi gün daha çok çöp toplayıp, ya da mendil satıp ya da dilenip de yemeğinin sonrasına ufak bir tatlı sürprizi hazırlayacak kendisine. Ya benim gibi “Geçim Derdine Giriş 101” dersinden muaf tutulanlar..?

Nasıl olsa parasını verdim diye patlayana kadar yerim gözüm dönercesine, arkadaşlarla olmak, özel sebeplerle buluşmak bahanesidir hep. Yetecek kadar yesem öleceğim diye korkarım. Gelmez aklıma benim gibi yemek yiyecek imkanı olmayan insanlar, gelirse de bu ancak yemek çıkışı midemi sıvazlayıp geğirmenin sınırlarını zorlarken yolun karşısından bize bakarak geçen çöp toplayıcı güzel çocuğu farketmemle olur. Otellere gidip de konforun ve rahatın yıldızlısını tadarken öteki türkiye insanının ne yaptığı gelmez aklıma.

Dünyanın daha güzel olacağına dair çocukça umudum, pet şişeye yapışıp kalmış damlaların şişeyi sallamamla birlikte ağzıma düşmesini ümid etmem kadar bile doldurmayacak dişimin kovuğunu. Bir yerlerde ses getirmeye heveslendiğim de yok. Sadece yokluktan gülmeyi  yakalayamamış insanların gülmesine ihtiyacım var.

Bu dediklerimin riyakar bir tutum içerdiğini savunabilirsiniz. Bunları yazarak kendi eğlencemi meşru ve mazur gösteriyorum belki de. Ancak bunlar itiraflarım, ve kendimce çıkar bir yol arıyorum sıkıntıma. Hayatım boyunca hiç prensiplerim olmadı benim, ama artık olacak. İtiraflarımı döküyorsam ortaya, tutumlarımı değiştirmezsem şahit olun da uyarın diyedir tüm bunlar.

Dışarıda herhangi bir yerde “takılırken” artık para harcamak istemememi “cimrilik” olarak addetmeleri çok doğal. Addeden olmadı ama içlerinden düşünebilirler de. Benim rahatlıkla ödeyebileceğim o hesaba bir ailenin doyabileceğini hesap etmiyor kimse o an, sanırım. Edenler çok belki ama, “bu seferlik birşey olmaz” demekten sıtkım sıyrıldı artık, onlar da bıksınlar istiyorum.

En büyük hayalimi kurmaya başlıyorum gözlerinizin önünde. Samimiyetsiz algılayabilirsiniz ama, herhangi bir hırsımın artık olmaması benim açımdan sevindirici. Tek dileğim, geçinebileceğim ve yardımı doyasıya tadabileceğim kadar bir miktarı, amaçladığım dışında harcamayacağım günlere doğrudan buhar olmak. Sokakta yaşayan herhangi bir kimsesizin koluna girip evime getirerek onu önce doyuracağım, sonra güzel bir duş almasını sağlayacağım ve ardından mutluluğunu seyredeceğim. Mümkünse, hep benimle kalmasını isteyeceğim. Şu andaki en büyük hayalim bu ve benim şu anda bunu yapabilecek cesaretim yok. Evim var, gelirim var, cesaretim yok. Uzun bir süre olmayacak. Belki, üzerimde bu denli muhtelit sorumluluk varken hiç olmayacak, belki. Ama istiyorsam olacak. Şimdi yok. Olsaydı bile, iyiliği, sırf iyilik yapmanın bende uyandırdığı duyguları sevdiğim ve vicdanımı rahata erdirdiğim için yapacağım günleri geride bırakıp, ancak ve ancak empatinin boyutsuzunu düşünerek elimi taşın altına koyacağım günleri ararım daha çok. Arıyorsam bulacağım. Dilesek hani, bulduğumda geç olmasın.