21 Kasım 2010 Pazar

Ne yardan, ne serden...

Akademiyi seçmiştim çünkü, patronların göbeğini daha fazla büyütmek, başka insanların cepleri dahi yokken kalantörlerin ceplerini daha fazla şişirmek ve benden yaşça büyük emekçi insanlarıma sözümona emir/akıl vermek istemiyor; özel sektördeki canhıraş rekabetçilikten de, kamudaki tekdüzelikten de hoşlanmıyor, üstelik nefret dahi ediyordum. Her türlü sinsi planların yapıldığı, yükselmek için birilerine çelme takman gerektiği ortamlarda, erdemli bir insan olmayı amaçlayan biri olarak kendime yabancılaşmak istemezdim doğrusu. Sonraları farkettim ki, yetiştireceğimiz çoğu insanın yine bir ensesi kalına, o da olmazsa sisteme hizmet edeceğini hiç düşünmemiştim. Böylesine naif duygularla akademiyi seçtiğime inanamıyorum, ama en azından kendimi avutacak tezlerim de yok değil benim...

Sanayiye/ekonomiye yapılan dolaylı katkının daha fazla sayıda insana gelir kapısı aralayacağını bilsem de, gelir sınıfları arasındaki uçurumun sürekli artacak olması içimi korkutuyor açıkçası. Sonucun dolaylı olarak iyiye hizmet etmesi, bu transparan adaletsizliğinin oluşmasına katkıda bulunmama isteğime ket vuran bir sebep oluyor. İşe alınan yeni bir emekçinin meskenindeki sevinci ve heyecanı tahayyül edebilir misiniz? Akşam, evde eşini dörtgözle bekleyen bir kadın(adam) ve tencerede pişen yemeğin ağır ağır yükselen buharı, pencereden dışarıyı gözetleyerek babasının geldiğini haber verecek bir ufaklık, elinde paketlerle birlikte, kasketinin salınım yapan görüntüsüyle, kıt kanaat aldığı bir oyuncağı çocuğuna götürmenin sevincini yaşayan, ayağını sürüne sürüne hanesine gelen bir baba...

Ağır çalışma koşulları tenzih edildiğinde haneye gelmeye başlayan cüzi bir miktar gelirin, insanların mutluluğuna karkısı yadsınamaz asla. Bunları gördükten sonra, aldığım eğitim doğrultusunda yoksul insanları böylesine unuturcasına sistemden kaçmayı başarabilir miyim bilmiyorum. Eğer bunu istiyorsam, bu içimdeki bencilce duyguların esiri olduğumun resmidir. Sisteme hizmet etmemenin tek yolu, şu an şu saniye işimi gücümü bırakıp bohçamı yüklenerek, eşe dosta veda edip sakinlerinin sevecen olduğunu bildiğim bir köy yakınlarına gidip, ürettiğim kadarını tüketeceğim ve tek besin kaynağını kendi kendime ekeceğim, hasatını da bizzati  yapacağım ekinlerden elde edeceğim, bir su kaynağı kenarında doğayı kirletmeden onun bir parçasıymış gibi yaşayacağım, sükûneti, sükûtu, huzuru tadacağım, akşamları olağan aktivitesinin kitap okumak olacağı bir hayata bilet almak için elimden geleni yapardım. Tek sebebi bu olmasa da; bu hayalimi gerçekleştirmek, aldığım eğitim doğrultusunda yoksul insanları unutmak, onlar için dolaylı da olsa elimi taşın altına koymamak ve sevdiklerimi bir manada geçmişimde bırakmak demektir, aynı zamanda..

 Kolay değil kararlar almak, hayatınızı bir eksen olarak düşünürseniz, doğrultunun yönünü bir derece çevirseniz dahi çizginin eski halinden git gide uzaklaşacağı gibi, ağzınızdan çıkan en ufak kelimenin bile ilerideki hayatınıza etkisini tahayyül edemezsiniz.

Yine de, öyle sanıyorum ki Türkiye'deki gelir dağılımı adaleti sağlandığında, vergi reformu yapıldığında, sevdiklerimden  birkaçını yanıma alabildiğim anda, bambaşka bir hayata bilet alıyor olacağım...

1 garibin yorumu:

orta karar dedi ki...

''Sonraları farkettim ki, yetiştireceğimiz çoğu insanın yine bir ensesi kalına, o da olmazsa sisteme hizmet edeceğini hiç düşünmemiştim.''

Belki de sadece 'fazla' düşünmüştük. Endirekt vuruşlardan yedik sonrasında golleri. Biz penaltıdan kornere çıkarmayı, kornerden barajı geçip bir kafayla ortayı gole çevirmeyi, takım olmayı, hakkımızla kazanmayı, 1-1 bitirip kimse kaybetmediği için kazanmş olmayı düşünürken, yedik golleri

Yorum Gönder